5 Nisan 2008 Cumartesi

ÖRNEK BİR KURAN NESLİ

Her zaman ve her yerde, İslâm davetçilerinin önünde dikkatle durmaları gereken tarihi bir gerçek vardır. Önünde uzun uzun durmaları gereken bir re­alite, vakıa... Bunun davet yöntemine kesin bir etki­si vardır.

Bu davet, İslâm tarihinin bütününde, insanlık tarihinin bütününde, insanlar arasında seçkin bir nesil, örnek bir nesli, yani sahabe neslini çıkarmış­tır. Bu tür bir nesil bir daha gelmemiştir. Evet, tarih boyunca, bu nesli temsil eden bireyler bulunmuştur. Ancak bu, davet tarihinin ilk döneminde olduğu şe­kilde, belli bir yerde bu kadar büyük bir sayının bir araya geldiği vaki olmamıştır.

Bu önünde uzun uzun durulması gereken apaçık bir olaydır. Umulur ki, bunun sırrına erebiliriz.

Bu davetin kaynağı Kur'an elimizdedir. Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) Sünneti, pratik yolu, siyeri de.... Tarihte bir benzeri daha gelmeyen ilk neslin elinde olduğu gibi, bunların hepsi bizim de elimizdedir. Eli­mizde olmayan sadece Allah Rasûlunün (s.a.v.) şah­sıdır. Sır bu mudur?Bu davetin yürütülmesi, ürünle­rini vermesi için Allah Rasûlunün (s.a.v,) şahsı zo­runlu olsaydı, Allah bu daveti, bütün insanlar için bir davet ve en son risalet kılmaz, şu yeryüzünde kı­yamete dek, insanların yönetim işini, bu davete bı­rakmazdı.

Allah Teâlâ, bu kitabın korunmasını üzerine al­mış, bu davetin Allah Rasûlü'nden (s.a.v.) sonra da devam etmesinin, ürünlerini vermesinin mümkün olduğunu bildirmiştir. Risaletin üzerinden 23 yıl geçtikten sonra O'nu, (Rasûlünü) katına almıştır. O'ndan sonra, bu dini kıyamete dek baki kılmıştır. Öyleyse Allah Rasülü'nün (s.a.v.) şahsının yokluğu, bu olayı, bu sırrı açıklamaz.

O zaman başka bir neden aramalıyız. O ilk nes­lin beslendiği kaynağa bakalım. Belki, burada bir değişiklik buluruz. Yetiştikleri yönteme bakalım. Belki, bunda da bir farklılık görürüz.

O neslin beslendiği ilk kaynak Kuran'dır. Evet, yalnızca Kuran... Allah Rasûlunün sünneti, yolu bu kaynağın uzantısından başka bir şey değildir. Hz. Aişe'ye (r. anha) Allah Rasulü’nün (s.a.v) ahlakı so­rulduğunda, O'nun ahlakı Kuran'dı, dedi.

Öyleyse beslendikleri, şekillendikleri, yetiştikle­ri kaynak yalnızca Kuran'dı. Bu, o vakit, insanlığın uygarlığa, kültüre, bilime, kitaplara, araştırmalara sahip olmamasından değildir. Kesinlikle değildir. Hala Avrupa'nın kendisiyle hayat bulduğu, hayatını sürdürdüğü Roma uygarlığı, Roma kültürü, kitapla­rı ve kanunları vardı. Bu gün bile Batı düşüncesinin kaynağı olan Grek uygarlığı, mantığı, felsefesi ve sa­natıyla vardı. İran uygarlığının şiiri, mitolojimi, inançları, yönetim biçimleri de vardı. Başka, uzak ya da yakın, uygarlıklar da vardı.

Hind uygarlığı, Çin uygarlığı, Roma ve İran uy­garlıkları Arap yarımadasına kuzey ve güneyden komşuydular. Yahudilik ve Hristiyanlık yarımada­nın kalbinde yaşıyorlardı. Öyleyse, bu nesli, oluşum devresinde, yalnızca Allah'ın kitabına münhasır kı­lan, bağlayan şey, dünya uygarlığından, dünya kül­türünden uzak olmaları, yoksun olmaları değildir. Bu tavır, ancak belli bir niyetten, belli bir hedeften kaynaklanıyordu. Allah Rasûlü (s.a.v.) Ömer b. Hattab'ın (r.a.) elinde Tevrat'tan bir sahife görünce kı­zar. (Bu kızgınlığı, o tavrı göstermektedir.) Şöyle bu­yurdu: "Allah'a yemin olsun, eğer Musa aranızda ya­şıyor olsaydı, ona, bana uymasından başka birşey caiz olmazdı."

Allah Rasûlunün (s.a.v.) amacı ilk oluşum dev­resindeki bu nesli, beslendiği kaynağa bağlamaktı. Kendilerini ihlasla sadece O'na vermelerini, yolları­nın sadece O'nun yöntemi üzerine olmasını sağla­maktı. Ömer b. Hattab (r.a.)'a kızması, onun başka bir kaynaktan beslendiğini görmesindendi.

Allah Rasûlü (s.a.v.), Kuran'ı Kerim'e dayanan ilahî yöntemden başka bir kaynağın etkisinden uzak, kalbi temiz, aklı temiz, anlayışı temiz, bilinci temiz bir nesil yetiştirmek istiyordu.

0 nesil, işte yalnızca bu kaynaktan beslendi. Ta­rihte tek olması, bu yüzdendir. Sonra, kaynaklar ço­ğaldı, karıştı... Sonraki nesillerin beslendiği kayna­ğa, Grek felsefesi ve mantığı, İran mitolojisi ve dü­şüncesi, Yahudi israiliyatı, Hristiyan ilahiyatı ve di­ğer çökmüş medeniyet ve kültürlerin kalıntıları ka­rıştı. Bütün bunlar, aynı şekilde, Kuran'ı Kerimin tefsirine, kelam ilmine, fıkıh ve usule de bulaştı. O nesilden sonraki nesiller, işte bu bulanık kaynaktan yetiştiler. Ve o nesil kesinlikle bir daha gelmedi.

Şüphesiz, bütün nesillerle o seçkin örnek nesil arasındaki belirgin fark en temel ve en büyük etken, onlarda sadece ilk kaynağın bulunmasıydı.