Her zaman ve her yerde, İslâm davetçilerinin önünde dikkatle durmaları gereken tarihi bir gerçek vardır. Önünde uzun uzun durmaları gereken bir realite, vakıa... Bunun davet yöntemine kesin bir etkisi vardır.
Bu davet, İslâm tarihinin bütününde, insanlık tarihinin bütününde, insanlar arasında seçkin bir nesil, örnek bir nesli, yani sahabe neslini çıkarmıştır. Bu tür bir nesil bir daha gelmemiştir. Evet, tarih boyunca, bu nesli temsil eden bireyler bulunmuştur. Ancak bu, davet tarihinin ilk döneminde olduğu şekilde, belli bir yerde bu kadar büyük bir sayının bir araya geldiği vaki olmamıştır.
Bu önünde uzun uzun durulması gereken apaçık bir olaydır. Umulur ki, bunun sırrına erebiliriz.
Bu davetin kaynağı Kur'an elimizdedir. Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) Sünneti, pratik yolu, siyeri de.... Tarihte bir benzeri daha gelmeyen ilk neslin elinde olduğu gibi, bunların hepsi bizim de elimizdedir. Elimizde olmayan sadece Allah Rasûlunün (s.a.v.) şahsıdır. Sır bu mudur?Bu davetin yürütülmesi, ürünlerini vermesi için Allah Rasûlunün (s.a.v,) şahsı zorunlu olsaydı, Allah bu daveti, bütün insanlar için bir davet ve en son risalet kılmaz, şu yeryüzünde kıyamete dek, insanların yönetim işini, bu davete bırakmazdı.
Allah Teâlâ, bu kitabın korunmasını üzerine almış, bu davetin Allah Rasûlü'nden (s.a.v.) sonra da devam etmesinin, ürünlerini vermesinin mümkün olduğunu bildirmiştir. Risaletin üzerinden 23 yıl geçtikten sonra O'nu, (Rasûlünü) katına almıştır. O'ndan sonra, bu dini kıyamete dek baki kılmıştır. Öyleyse Allah Rasülü'nün (s.a.v.) şahsının yokluğu, bu olayı, bu sırrı açıklamaz.
O zaman başka bir neden aramalıyız. O ilk neslin beslendiği kaynağa bakalım. Belki, burada bir değişiklik buluruz. Yetiştikleri yönteme bakalım. Belki, bunda da bir farklılık görürüz.
O neslin beslendiği ilk kaynak Kuran'dır. Evet, yalnızca Kuran... Allah Rasûlunün sünneti, yolu bu kaynağın uzantısından başka bir şey değildir. Hz. Aişe'ye (r. anha) Allah Rasulü’nün (s.a.v) ahlakı sorulduğunda, O'nun ahlakı Kuran'dı, dedi.
Öyleyse beslendikleri, şekillendikleri, yetiştikleri kaynak yalnızca Kuran'dı. Bu, o vakit, insanlığın uygarlığa, kültüre, bilime, kitaplara, araştırmalara sahip olmamasından değildir. Kesinlikle değildir. Hala Avrupa'nın kendisiyle hayat bulduğu, hayatını sürdürdüğü Roma uygarlığı, Roma kültürü, kitapları ve kanunları vardı. Bu gün bile Batı düşüncesinin kaynağı olan Grek uygarlığı, mantığı, felsefesi ve sanatıyla vardı. İran uygarlığının şiiri, mitolojimi, inançları, yönetim biçimleri de vardı. Başka, uzak ya da yakın, uygarlıklar da vardı.
Hind uygarlığı, Çin uygarlığı, Roma ve İran uygarlıkları Arap yarımadasına kuzey ve güneyden komşuydular. Yahudilik ve Hristiyanlık yarımadanın kalbinde yaşıyorlardı. Öyleyse, bu nesli, oluşum devresinde, yalnızca Allah'ın kitabına münhasır kılan, bağlayan şey, dünya uygarlığından, dünya kültüründen uzak olmaları, yoksun olmaları değildir. Bu tavır, ancak belli bir niyetten, belli bir hedeften kaynaklanıyordu. Allah Rasûlü (s.a.v.) Ömer b. Hattab'ın (r.a.) elinde Tevrat'tan bir sahife görünce kızar. (Bu kızgınlığı, o tavrı göstermektedir.) Şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun, eğer Musa aranızda yaşıyor olsaydı, ona, bana uymasından başka birşey caiz olmazdı."
Allah Rasûlunün (s.a.v.) amacı ilk oluşum devresindeki bu nesli, beslendiği kaynağa bağlamaktı. Kendilerini ihlasla sadece O'na vermelerini, yollarının sadece O'nun yöntemi üzerine olmasını sağlamaktı. Ömer b. Hattab (r.a.)'a kızması, onun başka bir kaynaktan beslendiğini görmesindendi.
Allah Rasûlü (s.a.v.), Kuran'ı Kerim'e dayanan ilahî yöntemden başka bir kaynağın etkisinden uzak, kalbi temiz, aklı temiz, anlayışı temiz, bilinci temiz bir nesil yetiştirmek istiyordu.
0 nesil, işte yalnızca bu kaynaktan beslendi. Tarihte tek olması, bu yüzdendir. Sonra, kaynaklar çoğaldı, karıştı... Sonraki nesillerin beslendiği kaynağa, Grek felsefesi ve mantığı, İran mitolojisi ve düşüncesi, Yahudi israiliyatı, Hristiyan ilahiyatı ve diğer çökmüş medeniyet ve kültürlerin kalıntıları karıştı. Bütün bunlar, aynı şekilde, Kuran'ı Kerimin tefsirine, kelam ilmine, fıkıh ve usule de bulaştı. O nesilden sonraki nesiller, işte bu bulanık kaynaktan yetiştiler. Ve o nesil kesinlikle bir daha gelmedi.
Şüphesiz, bütün nesillerle o seçkin örnek nesil arasındaki belirgin fark en temel ve en büyük etken, onlarda sadece ilk kaynağın bulunmasıydı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder